29 Kasım 2016 Salı

The Economist'in 2017 Kapağına Genel Bakış



















The Economist Dergisi her yılın sonunda yaşanmış olaylardan yola çıkarak bir sonraki yıla ilişkin öngörüde bulunuyor ve bunu hazırladığı bir kapak görseline işliyor. Bunu yaparken de simge bilimini  (sembolizm) kullanarak olaya gizem katmayı tercih ediyor. Bu yıl tarot temalı çizimleri tercih eden The Economist Dergisi 2017 kapağıyla bizlere ne anlatmak istiyor? Kapağın gizemlerini ve şifrelerini birlikte çözmeye çalışalım.


Kule (The Tower): İlk görselde bölünmüş bir kule var, toplumu simgelediğine inanıyorum. Evet bölünmüş bir toplum anlamına geliyor bu. Soldaki Komünizm bayrağı, sağdaki Hristiyanlığın çarmıhı bölünmenin hem dini hem de kültürel odaklı olacağına işaret ediyor olabilir. Economist'e göre 2017 toplumlar için ayrışma ve kutuplaşma yılı olacak. Kuleyi ortadan ikiye ayıran yıldırım (karanlıkta saklanan bir güç) ayrışmayı dış güçlerin tetikleyeceğine işaret ediyor. Kulenin ayrışan yerinde Roma rakamıyla V var. Her nasılsa bir uyarı gibi duruyor. Öngörü diyemeyeceğim bu simge 5 farklı olaya işaret ediyor olabilir ya da 5 farklı ülkeye.






Yargı (Judgment): Bir elinde asa, bir elinde taç bulunan Trump'un üstüne kurulduğu bir dünya simgesi bu. 2017 ego ile karar verilen bir yıl olacak. Herkes Trump'a ve yaptıklarına ego penceresinden bakacak ve konumunu bu yargıya göre şekillendirecek. Trump, 2017'de üzerinde en çok konuşulan kişi olacak.









Dünya (The World): Kolektif düşüncenin yükseldiği bir yıl olacak ve bu gerçekleştikçe soruların cevabı için sanata bakılacak. Eski yazı, tiyatro, resim, kitap vb...











Keşiş (The Hermit): Bir çok sosyal (ve dünyevi) huzursuzluk görünüyor. İyi ve kötü arasında büyük bir denge aranıyor olacak. Bir çok isyan İngiltere'den uzakta gerçekleşti. Ama İngiltere'yi (özellikle kraliçeyi) bu isyan olaylarıyla ilişkilendirecek haberler "gizli bir şekilde" ortaya atılacak, gösteriler ve ayaklanmalar İngiltere'ye sıçrayacak. Bozulan küresel düzene karşı insanlar kurtarıcısını arayacak. Belki de bulacak.







Ölüm (Death): Bu kart ufukta bir değişiklik olacağı hissini uyandırıyor. Gömülmüş, üzeri örtülmüş ve yok sayılmış meseleler gün yüzüne çıkacağa benziyor. Nükleer bir patlama olarak tasvir edilen şey ön yargıya uğrayıp kötü imaja bürünmüş bir ülkenin bu imajdan kurtulması anlamına geliyor olabilir.










Sihirbaz (The Magician): İki gerçek ortaya çıkıyor. Hangisini hissedebiliyorsanız onda hayat bulacaksınız. Sanal gerçeklik gözlüğü başımızı döndürürken 3D yazıcılar sanıldığından daha çok saracak hayatlarımızı. TOKİ'ye geçmiş olsun. Her yerde konut inşa eden dev yazıcılar piyasayı esir alabilir. Çok zeminli ve fiziksel bir dünyanın kapısı açıldı. İkinci gerçek ise felsefi ve daha yaratıcı fikirler gelişecek. Daha gerçekçi (manevi ilham) bir yerden geldiği düşünülen bu fikirler tüm insanlığın seyrini değiştirebilir. Tesla'ya dikkat!







Çarkıfelek (Wheel of Fortune): Avrupa'da değişim var, düzen sarsıldı. Bazı liderler değişebilir. Toplumsal ayrışmayı tetikleyen karanlık güç burada da karşımızda. Karanlık bir bulut içinden çakan bu yıldırım gizli bir dış gücün değişimde yine rol alacağına işaret ediyor.











Yıldız (Star): Her bir yıldız bir Hollywood starını temsil ediyor.  Hollywood yıldızları büyük olaylarda dikkat dağıtıcı olarak kullanılmaya devam edecek. Örneğin, kızıl kuyruklu yıldız hakkında konuşup önemli olayların örtülmesinde rol alacaklar. Dünyada sorunlar ortaya çıktıkça Hollywood kullanılmaya devam edecek. Bu kart için ikinci yorumum ise şu: Kızıl gezegen Mars'a koloni kurulması fikri hayat bulacak. Her yıldızın üzerine işlenmiş insan portlerine bakıldığında çeşitli renkten ve ırktan insanlar bu kolonide yer alacak. Ama bu projenin hayat bulması için Elon Musk 45-60 yıl gerektiğini söylemişti.















13 Mayıs 2013 Pazartesi

Nisyandan Geldim Ben, Hoş gör Lütfen!


Beni tanıdığını zannetme sakın.
Çünkü kendime bile itiraf edemediğim gerçeklerimle bir başınayım çoğu zaman.
O kadar çoklar ki; hangisi gerçek ben, bilemiyorum.
İyi biriyim zannetme sakın.
Nisyandan geldim ben.
Unutkanım bir kere.
Aynaya bakar da, topraktan geldiğimi hatırlamam mesela.
Gözlerimin kahvesinde kaybolurum da nereden aldım bu muazzamlığı aklıma getirmem.
 O yüzden iki göz göze geldik diye hatırımda kalırsın sanma!
Ben ki, bir zamanlar farklı âlemlerde ettiğim yeminleri hatırlamam nitekim.
İki sözümü sözüne kattım diye sana borçlandım sanma.
Şu konuda anlaşalım mesela; vefalı biri değilim ben.
Tüm kâinata hükmeden bir eşref olarak beni buraya gönderen kudretin hazırladığı cennetlere layık görürüm de kendimi, küçük bir ricasına yanaşmam vefasızlıktan.
O nedenle, bir parça emeğim var sende diye minnet duyarım sanma.
Emek vermem sana, yardım da etmem.
Küstah biriyim ben, kahrolası biri belki de.
Ama yine de taşımadığım tüm güzel vasıfları taşı derim üstünde.
Yapamadığım tüm iyi şeyleri yap isterim.
Sevmem de seni, isterim ki canından çok sev beni.
Küstahım işte. Çok görme lütfen.
Biliyorum, diyorsun ki; cehenneme kadar yolun var!
Evet, var.
İşte cehennem tam da bunun için var.
Ama sen yine de gel bana zaman tanı.
Düzelirim belki de.
İyi olanı göster bana.
Affet beni ve affedilmenin güzelliğini hissettir.
Düzelt beni.
Yücelt hatta ve orada bırak.
Cennet belki de böyle bir yerde.
Ellerinde…


6 Mayıs 2013 Pazartesi

Süveyda

Gökyüzünde çocukların,
Kanatları varmış ipekten.
Ve yıldızlardan oyuncakları, bin bir türlü.
Kurmaya vakit bulamadıkları hayallerinde şimdi;
Birçoğu prensesler kadar güzelmiş orada…
Bir sözleri iki edilmezmiş onların.
Laflarının üstüne laf söylenmezmiş.
Melekler hizmet edermiş, hürmetle…
Öyle görmüş görenler.
En güzelleri de Suriyeli Süveyda imiş.
Sultanlar gibiymiş gökyüzünde.
Herkes boynundaki misk kokulu gülden tanırmış onu.
Sabah vaktinde, ansızın bir kurşunun taktığı.
Rivayete göre;
Yeryüzünde kurşunlar;
Çocukların boynuna kırmızı güller takarmış.
Ve bu kurşunlar onları,
Gökyüzünde,
Gül yüzlü prenses yaparmış.

*Gökyüzünün gül yüzlü prenseslerine…





24 Nisan 2013 Çarşamba

Başka Türlü


Biliyorum kolay olmadığını,
Neler çektiğini biliyorum.
Uykuların kaçıyor.
İştahtan kesildiğini, solup gittiğini biliyorum.
Ama olmuyor, yapamıyorum.
Benim için de kolay olmamıştı,
Biliyordu neler çektiğimi,
Uykularımın kaçtığını,
İştahtan kesildiğimi,
Solup gittiğimi de biliyordu.
Ama olmadı.

Hayat böyle.
Kimimiz sevdi sevilmedi,
Kimimiz öldü ama gömülmedi.




23 Nisan 2013 Salı

Anayurt


Güneşin hiç batmadığı bir yerdi,
Umutlarımızın tükenmek nedir bilmediği,
Mutluluğun canına okuduğumuz bir dünya…
Sevinmek için neden aramadığımız,
Sadece başımızın kırıldığı,
Dizlerimizin yaralandığı bir yer.
Bir anne öpücüğüyle geçiveren yaralar aldığımız günlerdi.
Ve sadece oyunlarda yorulduğumuz.
Ağlarken bile mutlu olabildiğimiz zamanlardı,
Sonra büyü bozuldu herhalde.
Ya da uyandık rüyadan.
Taşınmış ta olabiliriz bu güzel diyardan.
Bilmiyorum…
Şafağı bekler oldu gözlerimiz.
Umutların da tükendiğine şahit olduk.
Mutlu olabilmek için canlarımıza okur olduk.
Sevmek ve sevilmek için nedenler koyduk önümüze.
Kalbin de kırılabileceğine şahit olduk.
Yara bere içinde kaldı ruhumuz.
Bir anne sesi aradı kulaklarımız.
Ve artık yorgunluktan bitap düşmüştük.

Ama tüm bunlara rağmen; sadece dürüst bir insanın daima anayurdunda, yani çocukluğunda kalabileceğini öğrendik.

“Çocuklara, dürüst insanlara sevgilerle…”




15 Nisan 2013 Pazartesi

Sevgili…


Semadan indin yüreğimize, damla damla…
Hayat verdin sevgili, yağmurdun sen rahmettin.
Yeşerdik.
İçimizdeki tohumlara can sundun ellerinle.
Filizlendik, çiçek açtık sevgili,
Berekettin sen.
Yanan yürek çöllerimize yağdığında,
Kavrulmuş toprak tanelerinde hasret kokun vardı.
Kirli, tozluydu yüzler.
Rahmet damlalarıyla yıkadın.
Yorgun ve berrak bakışlar vardı kirpik uçlarında.
Süreyya bir çehre, ışıktın sevgili.
Merhamet nazarıyla baktın da,
Huzur buldu arınmış yüzler tebessümünle.
Cennetler yaratıldı tebessümüne.
Kıskandı canlı cansız bütün mahlûkat.
Kimdi bu sevgili, ta yürekten sevilen.
Açtın da ellerini arş-ı alaya,
Boşaldı bütün cömertliğiyle rahmet,
Seninle indi yeryüzüne.
Muhammed’din sen [a.s.m]…
Övülen, methedilen…
Yaratanın övdüğü, sevdiği sevgili,
Yaratılanların övdüğü sevdiği sevgili,
Sendin,
Sendin sevgili…

[Rahmet ve Şefkat Peygamberi  Efendimiz s.a.v’in Kutlu Duğum Anısına...]



31 Mart 2013 Pazar

Sana Söylüyorum...


Merak etme beni,
Ölmek üzereyim plöreziden.
Ben gidince,
Yapamayacağım şeyleri yapma olur mu?
Sevme yağmuru mesela.
Dinleme o şarkıyı.
Bakma aynaya.
O da görmesin seni,
Ben göremedikten sonra.

25 Mart 2013 Pazartesi

Batan Gemiler


Genişleyen bir evren gibiydi kalbim.
Bir damla suydum oysa.
Milyonlar ışık yılı uzaktayken sana.
Ruhundan bir nefes üflendi ruhuma.
Dağların çekindiği bir yük konarken omuzlarıma.
Ve zaman nedir bilmezken ben,
Gün sayıyordum ufacık bir odada.
Nakış nakış örülürken bedenim,
Yazılıyordu kader defterim.
İki melek öperken alnımdan,
Bir melek tutuverdi minik ellerimden.
Dökerken gözyaşlarımı,
Aldım ilk nefesimi.
Zormuş dedim bu hayat, zormuş.
İnsan yaşamak için her an nefese muhtaç olur muymuş?
Ne zormuş dedim bu hayat, ne zormuş.
Sonra bir ses duydum ve durdum.
Diyordu ki bana;
“Göze alamadıktan sonra her şeyi, nedir ki hayat…
Nedir ufuk çizgisinde kaybolan güneşin şafak yolculuğu.
Karanlıktan korkan bir yıldız, ateşten kaçan bir mum gördün mü hiç?
Oysa her bahar yeniden açan yapraktı gerçeği fısıldayan.
Ölüp ve sonra tekrar dirilen topraktı okunması gereken!”

“Madem hayat var, batan bir gemi kadar vakur durabilmeli insan...”


19 Mart 2013 Salı

Vakti Ölüm


Şimdi vakitlerden ayrılık,
Yıldızları kayıyor gözlerimin.
Üşüyor iliklerine kadar sokakları şehrimin.
Işıltısını kaybederken yakamozlar,
Ay bile sönüyor kasvetinden gidişinin.
Görüyorum.

* * *
Şimdi vakitlerden yalnızlık,
Kopuyor fırtınası ruhumun.
Dizlerinin bağı çözülüyor seni götüren yolların.
Heybeti kaybolurken yaslandığım dağların,
Su bile kaybediyor coşkusunu ritminin.
Duyuyorum.

* * *
Şimdi vakitlerden hüzün,
Bir martı çığlığında kayboluyor sessizliği gecenin.
Su birikintileri alıyor, yükünü hasretimin.
Soğuk bir esintide savrulurken düşlerim.
En derin yerinde uyanıyorum sensizliğin.
Ölüyorum.

* * *
Şimdi vakitlerden ölüm,
Gün dönümü gidişinin.
Ölenle ölünmez derler de,
Gidenle gidilseydi eğer dili tutulur muydu ecelin?

* * * 

Şimdi sen;
Ölenle ölünmez derler de, gidenle gidilir mi ondan haber ver!















18 Şubat 2013 Pazartesi

Küçük Harfler


"Ya güzel bir şey söyle ya da hiçbir şey..."

Soloman Adalarında yerli halk, ormanın bir bölümünü tarımda kullanmak istediklerinde, ağaçları kesmezlermiş. Onun yerine ağaçların etrafını sarıp bağırarak sövüp sayarlar, lanet okurlarmış. Birkaç güne kalmadan ağacın yaprakları solar, kuruyup büzülür ve kendi kendine ölüp gidermiş. İnsan ağaçtan daha hissiz daha duygusuz değil ya! Birine bağırıp çağırdığınızda onun ruhunda derin izler bıraktığınızı, onmaz yaralar açtığınızı bilin.
Peki, sövüp saymak bir yana, insan insana neden bağırır hiç düşündünüz mü? 

Şöyle anlatılır;

Hintli bir ermiş Ganj nehri kenarında öğrencileriyle gezerken birbirine bağıran bir çift görür ve der ki; insanlar öfkelendiklerinde neden birbirine bağırır, o kişiye söylemek istediklerini daha alçak bir ses tonu ile aktarabilecekken niye bağırır?
Ermiş öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlar. İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.
Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?
Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?
Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar. Çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.
Büyüklerimiz der ki; Tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
Rica ederim konuşurken sesinizi değil sözünüzü yükseltin. Her insan özeldir, yaptığı hata karşısında anlayışı ve ikinci bir şansı her zaman hak eder.


Sağlıcakla…